İstanbul'un En Güzel Manzaraları

İstanbul'un en güzel manzarasının neresi olduğunu düşünürken bir karar veremediğim şunu anladım ki İstanbul'da sayısız güzel manzara var bununla ilgili birkaç resimi paylaşmak istiyorum sizlerle...;)


Bunlardan bir tanesi Ortaköy'deki meşhur caminin olduğu yer. Bir yandan kumpirinizi yerken bir yandan da boğazın ve İstanbul'un doyumsuz manzarasını buradan seyderebilirsiniz.


İstanbul'da yaşayanların orada yaşamak için can attıkları yer Sarıyer.


Diğer bir müthiş manzarada Adalar'dan kopup geliyor. Adalar'ın değişik eski bir havası var ne zaman oraya gitsem kendimi özgür hissediyorum. Belki de sebebi nereye yürürsek yürüyelim sonunda deniz kıyısına geldiğimizden kaynaklanıyordur. Suyun verdiği o özgürlük duygusu=)


Aslında Sultanahmet'in sayısız güzel manzarası var ancak size genel bir görünüşünü göstermek istedim. Hem boğazı hemde tarihimizi birara görebileceğiniz tek yer olduğunu düşünüyorum. İstanbul'a Asya ve Avrupa'nın incisi derler bence Sultanahmet'de İstanbul'un incisi...


Piere Lotti; Eyüp'te bulunan Piere Lotti tepesi gerçekten çok güzel bir manzaraya sahip. Karşıda sütlüce, halıcıoğlu ve biraz daha zorlarsak eminönünü görebiliriz=)

Nerenin Nesi Meşhur?

İstanbul'da semt isimlerini duyduğumda aklıma ilk gelenleri yazdım. Eğer bir gün yolunuz düşerse ki mutlaka düşer İstanbul'da akrabası olmayan yoktur, buranın da nesi meşhurmuş diye yoldan geçenleri çevirmenize gerek kalmasın diye sizin için bunu paylaştım. Umarım işinize yarar =)

Adalar= faytonu
Alibeyköy= taşan deresi
Balat= patrikhane
Bakırköy= ruh ve sinir hastalıkları hastanesi
Bayazıt= cağaloğlu =çemberlitaş= hamamı (bayazıt civarı genelde hamamlarla doludur)
Bebek= sahili
Beşiktaş= yıldız parkı tabi çarşıyıda es geçmemek lazım=)
Beyoğlu= istiklal caddesi
caddebostan = plaj (eskiden beri ünlüdür)
cihangir= entelleri
Çamlıca= manzarası
Çengelköy= hıyarı
Dolapdere= Hacıhüsrev= Çingeneleri
Eminönü= Balık ekmek
Emirgan= çayı
Etiler= akmerkez
Eyüp= piere lotti ve eyüp türbesi
Fatih= alışveriş mağazaları, pazarları
Kadıköy= Fenerbahçesi=)
Karaköy= hırdavatcılar ve balık pazarı
Kağıthane= laleleri
Kasımpaşa= kabadayıları
Mecidiyeköy= profilo, kendimi bidim bileli orda başka bir şey çağrıştırmadı=)
Moda= sahili
Nişantaşı= tikileri, bide tabiî ki de unutulmaz Avrupa yakası dizisi =)
Ortaköy= kumpir
Sarıyer= böreği
Sultanahmet= köftesi eğer birçok tarihi mekanı saymazsak tabi.Bide hala özlediğim tadını unutmadığım gevrek simidi var.
Sütlüce = Uykuluk (Miniatürke giderseniz eğer yolun kenarında küçük dükkanlar görürsünüz genelde sabaha kadar açıklar yanından defalarca geçtim ancak hiç denemedim ama gidipde yiyeniniz olursa yorumlarınızı bekliyorum=D)
Şile= denizi
Taksim= gece hayatı
Tarlabaşı= sokaklara asılı çamaşırlar
Tophane= nargile
Topkapı= bit pazarı, işportacılar
Tuzla= tersanesi ve kazaları=(
Ümraniye=
Üsküdar= kız kulesi
Vefa= bozacısı

KAPALI ÇARŞI

Dünyanın en eski ve büyük kapalı çarşısı İstanbul şehrinin merkezinde yer alır. Dev ölçülü bir labirent gibi, 60 kadar sokağı, üç binden fazla dükkânı ile Kapalı çarsı, İstanbul’un görülmesi gereken, benzersiz bir merkezidir. 15 yy. dan kalan kalın duvarlı, bir seri kubbe ile örtülü eski iki yapının etrafı sonrakı yüzyıllarda ekler yapılarak bir alış veriş merkezi haline gelmiştir. Geçmişte burası her sokağında belirli mesleklerin yer aldığı ve bunların da, el işi imalatının sıkı denetim altında bulundurulduğu, ticari ahlak ve törelere çok saygı gösterilen bir çarsı idi. Her türlü değerli kumaş, mücevherat, silah, antika eşyalar, konusunda nesillerce uzmanlasmış aileler tarafından, tam bir güven içinde satışa sunulurdu. Geçen yüzyılın sonlarında deprem ve birkaç büyük yangın geçiren Kapalı Çarsı eskisi gibi onarılmışsa da, geçmişteki özellikleri, yozlaşarak değişikliğe uğramıştır.



SULTANAHMET CAMİİ

Türk ve İslam dünyasının en ünlü anıtlarından birisi olan Sultan Ahmet Camii İstanbul’a gelen herkes tarafından hayranlıkla ziyaret edilir. Klasik Türk Sanatının bir diğer örneği olan bu Sultan Camii orijinal olarak 6 minare ile inşa edilen tek camidir.Bulunduğu yer tarihi İstanbul şehrinin daha erken yapılmış diğer önemli eserleri ile çevrilidir.Şöhreti “Mavi Camii” olarak bilinen eserin asıl adi I. Sultan Ahmet Camiidir. Esas mesleğine yakışır şekilde, Mimar Mehmet Ağa Cami içerisini kuyumcu titizliği ile dekore etmiştir. 1609-1616 yılları arasında inşa edilen cami büyük bir kompleksin içerisinde bulunurdu.Zamanımıza gelemeyen sosyal ve kültürel içerikli yapılardı. Kapalı Çarsı, Türk Hamami, asevi, hastane, okullar, kervansaray ve Sultan Ahmet’in türbesi belli başlı kısımlardı. Caminin mimari klasik Türk sanatının ulu mimari olan Koca Sinan’ın öğrencisiydi ve caminin yapımında hocasının daha önce denediği bir planı, daha büyük ölçüde uygulamıştı.


AYASOFYA

Dünyanın 8.harikalarından birisi sayılan Ayasofya, Sanat Tarihi ve mimarlık dünyasının 1 numaralı yapısı hüviyetindedir. Bu yaşta ve bu ebatta zamanımıza gelebilmiş ender eserlerdendir. Orijinal adı Hagia Sofia olan, Türklerin Ayasofya dedikleri yapı yanlış bir şekilde, Saint Sofia olarak bilinir.Kubbe inşaatı Roma mimarisi tarafından geliştirilmiştir, Bazilika planı da eski devirlerden beri tatbik edilmekte idi.Yuvarlak yapıların üzerleri çok büyük ölçüde kubbe ile örtülebilmişti.

Ayasofya bir 6yy. Bizans devri eseri olmakla beraber, ön misali olmayan, sonraki devirlerde de taklit edilmeyen Roma mimari geleneğine bağli bir “Deneme” dir.

Ayasofya her devirde hazineler dolusu sarflar yapılarak ayakta tutulabilmiştir. Türk’lerin şehri 1453 yılında fethetmeleri, harap durumdaki Ayasofya’nın derhal camiye çevrilerek kurtarılmasına sebep olmuştur. Türk mimari Koca Sinan’ın 16.yy.da eklediği payanda duvarları, 19. yy. ortasında Mimar Fossati kardeşlerin ve 1930’dan itibaren yapılan diğer restorasyonlar ve kubbenin demir kusak ile çevrilmesi önemli tamirlerdi. 2000'li yılların restorasyonları, mevcut madeni portatif iskele ile daha seri yapılabilecektir.

Ayasofya 916 yıl bas kilise ve 477 yıl cami olarak, aynı tanrıya inanan 2 değisik dinin hizmetinde olduktan sonra Atatürk’ün emri ile müze yapılmıştır. 1930-1935 yılları arasında ortaya çıkartılıp temizlenen bir kısım mozaikler Bizans'in önemli sanat eserleri arasında yer alırlar.



RUMELİHİSARI

İstanbul 1453'te Fatih Sultan Mehmet'in şehri kuşatmasından önce de birçok kuşatmaya uğramıştı.Şehri çevreleyen Roma devri surları bütün önceki kuşatmaları durdurabilmişti. Çok uzun süren kuşatmalarda şehrin ihtiyaçlari deniz yolu ile takviye edilirdi. Rumelihisarı, karşı kıyıdaki daha erken tarihli bir Türk kalesinin karşısında, İstanbul'u kuşatma sırasında Karadeniz'den gelebilecek yardım ve takviyeleri önlemek amacı ile, şehir kuşatmasından önce inşa edilmişti.


SÜLEYMANİYE HAMAMI

Mimar Sinan'ın kalfalık döneminde tasarladığı Süleymaniye Hamamı, Süleymaniye Camii'ni de içeren Külliye'nin bir parçasıdır.Kanuni Sultan Süleyman'a ait özel bir locanın da bulunduğu hamam, günümüzde, kadın ve erkeğin birlikte banyo yapabildiği turistik bir tesis olarak işletiliyor.



YEREBATAN SARAYI (Bazilika Sarnıcı)

İstanbul en sık kuşatma tehlikesiyle karşılasan şehirlerden biriydi. Kuşatma süresince yaşanan en önemli sorun da yiyecek ve içecek kaynaklarının tükenmesiydi. Bazilika Sarnıcı, Roma ve Bizans İmparatorlari'nin bu sorunu çözmek için yaptırdığı sarnıçların en büyüğüdür.80.000 metreküp su alabilen ve 140´70 metrekarelik bir alana yayılan sarnıç, 6. yüzyılda Justinianos tarafından öncelikle saray ihtiyaçlarını karşılamak üzere yapılmiştır. 336 sütundan bazılarında oyma süslemeler vardır.

Osmanlı'da akan su sevilir, duran su içilmezdi. Bu nedenle, Osmanlı'nın fethinden sonra, bir yüzyil içinde unutulan sarnıçın suyu, saray bahçelerini sulamakta kullanıldı. 1985-1988 arasında sarnıç restore edildi ve sütunlar arasına gezi yolları yapıldı. Ses ve ışık efektleriyle sütunların etkileyici perspektifi ortaya çıkarıldı. İki sütunun tabanını oluşturan pagan kalıntıları olan Medusa kafalarının, hırıstiyanlar tarafından ebediyen suyun altında gizlenmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Sarnıçta toplanan yağmur suyunda yaşayan sazan balıklarının dekoratif ve kirlenmeye karşı bir önlem olduğu sanılmaktadır.



BİNBİRDİREK SARNICI

Tarihte yaptırıcısının adı Philoksenos diye anılan eser 4 yy. Büyük Konstantin devrinden kalmadır. 224 Adet orijinal sütundan 212 adedi günümüze gelmiştir.
Hipodromun batısında yer alır. Yakın yıllarda temizlenerek yanından geçen yola bir galeri ile bağlanmıştır. Kolay gezilen, enteresan ve güzel bir diğer ziyaret yerine dönüştürülen sarnıç 64 x 56 metre boyutundadır. Kalın duvarların çevrelediği mekanın tuğla tonozları, bunları taşıyan, bir ara bölme ile bindirilmiş çifte sütünlar ve işlemesiz başlıkları enteresan görüntüler sergilemektedir. Küçük satış reyonları kafe ve sergi alanları ile sarnıcın ortasında yer alan, sütunların orijinal boyunun görülebildiği çukur bölüm, tadilat sırasında yapılmışlardır.


TOPKAPI SARAYI

Dünyada günümüze gelebilmiş sarayların en eskisi ve genişi Topkapı Sarayı'dır. İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından 1460 - 1478 yılları arasında yaptırılan ve zamanla yeni eklemelerle genişletilen Topkapı Sarayı, yaklaşık 380 yıl imparatorluğun yönetim merkezi ve padişahların evi olarak kullanılmıştır.
İstanbul’un fethini 1453’te gerçekleştiren genç Fatih Sultan Mehmet, İmparatorluk tahtını bu şehre taşımıştı. Kurduğu ilk saray şehrin ortasında bulunmaktaydı. 1470’lerde yaptırdığı ikinci saraya, önceleri yeni saray, yakın tarihlerden beri de Topkapı Sarayı denilmektedir.

Burası, tarihte bilinen diğer Türk sarayları gibi, klasik bir Türk sarayıdır. Değişik fonksiyonları olan, ağaçlarla gölgelendirilmiş, biribirini takip eden ve abidevi kapılarla ayrılmış avlulardan oluşmuştur. Fonksiyonel yapılar bu avlularin çevresine serpiştirilmiştir. Saray, kurulduğu çağdan başlayarak Sultanların yaptırdığı birçok değişiklik ve eklemelerle sürekli gelişmiştir. Sultanların 1853’te gösterişli Dolmabahçe Sarayına taşınmaları ile resmi saraylıktan çıkmış ve hızla harap olmaya yüz tutmuştu. Cumhuriyet döneminde 50 yılı aşan sürekli onarımlar Topkapı Sarayını eski sade güzelliğine kavuşturmuştur.


DOLMABAHÇE SARAYI (MÜZESI)

17. yüzyıla kadar Boğaziçi’nin koylarından biri olan bu yörenin; Altın Post'u aramaya çıkan Argonotların efsanevi gemisi Argos’un demirlediği, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi sırasında Haliç’e indirmek üzere gemilerini karaya çıkardığı yer oldugu ileri sürülür.
Osmanlılar Döneminde kaptan paşaların donanmayı demirledikleri, geleneksel denizcilik törenlerinin yapılageldiği doğal bir liman görünümünde olan bu koy; 17. yüzyildan başlayarak dönem dönem doldurulmuş ve Dolmabahçe adıyla padişahların Boğaziçi’ndeki has bahçelerinden biri konumuna getirilmiştir.



GALATA KULESI

Fetih`e kadar iki yüz yılı aşkın bir süre boyunca hemen hemen bağımsız bir Ceneviz sömürge kenti olan Galata`nın birkaç kez büyütülen kentsel savunma sistemindeki yirmi dört kuleden ayakta kalabilen tek ve en anıtsal olanı bu kuledir. 1350`de II.Murad‘in destek ve yardımı ile yapımı tamamlanabilen Kule Osmanlı döneminde birkaç kez biçim degiştirmiştir. Günümüzde ise 1830`larda aldığı biçimle korunulmaya çalışılmaktadır.

1960`li yılların ortasında yaptırılan çok kapsamlı bir restorasyonla Kule çağdaşlaştırılmıştır. 2000`li yıllara girilirken Kule bir kez daha yenilenmiştir.

Yeni Kapı Hikayesi

4. murat içki, kumarhane gibi eğlenceleri yasakladıktan sonra tebdili kıyafet eyleyip, bir sandala binmiş. Sandalcı açıldıktan sonra yakmış nargileyi ve başlamış esrar çekmeye. Padişah sinirlip bunun yasak olduğunu söyleyince sandalcı:
-Padişah bizi nerden görecek canım, demiş.
Sonra içki olayına girmişler. Derken sandalcı padişahın falına bakmayı teklif etmiş. 4. murat bunuda kabul etmiş ve sormuş:
-Padişah şimdi nerde.
Falcı baktıktan sonra "şu an denizde" demiş. "peki ne iş yapıyor" deyince karşısındakinin padişah olduğunu anlamış sandalcı:
-Aman padişahım,ben ettim siz etmeyin, affedin şu fakiri diye yalvarmaya başlamış. bunun üzerine padişah "sana son bir şans daha veriyorum; İstanbul'a hangi kapıdan gireceğimi bilirsen seni affedeceğim" demiş.
sandalcı da:
-Aman padişahım, ben hangi kapıyı söylesem siz başka kapıdan girersiniz demiş. onun için ben bir kağıda yazayım kapıdan girdikten sonra bakın eğer doğruysa kellemi bağışlayın hünkarım, demiş. Padişah kabul ettikten sonra emir verip adamın kelleyi aldırmış. Daha sonra istanbula yeni bir kapı yapılmasını emretmiş. yeni kapıdan girdikten sonra merak edip adamın yazdığı kağıda bakmış. kağıtta şöyle yazıyormuş:
-padişahım yeni kapınız hayırlı olsun.
O günden sonra o kapıya Yeni kapı demişler.

Bundan Böyle Konstantinniyye'ye İslâmbol Denile

Fatih Sultan Mehmed Hân'ın 29 Mayıs 1453 yılında İstanbul'u fethinden sonra yaptığı ilk iş, İstanbul'u bir islâm şehri hâline getirmek oldu. İnşâ ettiği yapılar ve câmilere tahvîl ettiği eski eserler bu hizmetin büyüklüğünü gösterir. Bunun yanında Kostantıniyye ismiyle anılan şehre "İslâmbol" adını verdi. Bundan sonra İslâmbol ismi de kullanılmaya başlandı. Zaman zaman pâdişahların İslâmbol isminin kullanılmasına dâir emirleri olmuştur. Bunlardan birisi de Sultan Üçüncü Mustafa Han (1757-1774)'a âittir:
"Paralarla, emirnâmeler ve beratlarda kullanılan ifâdelerin birbirine uygun olması güzel bir iş olduğu için, artık "Konstantıniyye" ismi yerine "İslâmbol" isminin kullanılmasına dâir sultanımızın bir fermânı sâdır olmuştu. Binâenaleyh, bundan sonra Divân-ı Hümâyûn kaleminden yazılacak emirnâme ve beratlarda "Konstantıniyye" yerine "İslâmbol" lafzının kullanılması pâdişâhımızın emridir."

Osmanlı'larda İstanbul

Osmanlı İmparatorluğu dönemi
Bu dönem 1453 - 1923 yılları arasını kapsadı. 29 Mayıs 1453'de; Osmanlı İmparatorluğu padişahı Fatih Sultan Mehmet'in 53 gün süren kuşatması sonrasında; İstanbul Osmanlı'nın 3'üncü ve son başkenti oldu.

Osmanlı'da da ilk dönem belgelerinde a-sitan, i-stan (osmanlı alfabesi ile استان) olarak geçti. i-stan güzellikler diyarı anlamına gelir. Son dönem belgelerinde (osmanlı alfabesi ile استانبول) ise a-stan-bol, i-stan-bul olarak geçti.
Osmanlının ele geçirmesinden sonra; Topkapı Sarayı ve Kapalı Çarşı'nın da kurulması ardından bir çok okul ve hamam açıldı. Dünya'nın ve İmparatorluğun dört bir yanından insanların taşındığı şehirde Yahudilerin, Hristiyanların ve Müslümanların beraber yaşadığı kozmopolit bir toplum oluştu. Bizans döneminden kalan, eski binalar ve surlar onarıldı.Fetihten 50 yıl sonra; Dünya'nın en büyük şehirlerinden biri haline gelen İstanbul'da "Küçük Kıyamet" olarak da adlandırılan; 14 Eylül 1509 İstanbul Depremi sonrasında (8 şiddetinde olduğu ileri sürülmektedir); 45 gün süren artçı sarsıntılarla binlerce bina yıkıldı ve bir çok insan yaşamını kaybetti.
1510 yılında; Sultan II. Beyazıd; 80.000 kişinin çalışmasıyla şehri yeniden kurdu. Günümüzde de varolan eserlerin büyük bir çoğunluğu bu dönemden kaldı. Mimar Sinan'ın camileri ve diğer binaları kurduğu Kanuni Sultan Süleyman döneminde; mimari ve sanat konularına önem verildi. Lale Devri döneminde; Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa 1718 yılından itibaren; itfaiye'yi kurdu, ilk matbaayı açtı ve fabrikalar kurdu. 3 Kasım 1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanı sonrasında da batılaşma süreci hızlandığı dönemde bir çok alanda yenilikler yaşandı.


1890lı yıllarda Galata Kulesi'nden manzara.
Haliç'in üzerine köprü; Karaköy'e tünel, demiryolları, kentin içindeki deniz taşımacılığı, belediye örgütlerinin, hastanelerin kurulmasıyla modern bir şehir halini alan İstanbul, 1894 yılında Üçyüzon Depremi ile birlikte tekrar büyük bir zarar gördü. I. Dünya Savaşı'nın sonlarında ise 13 Kasım 1918'de İtilaf Devletleri donanmasınca da işgal edildi. İstanbul'un 2500 yıllık başkentlik dönemi 29 Ekim 1923'de sona erdi.
Osmanlı ve Bizans kayıtlarında, 1402'de Yıldırım Bayezıd döneminde İstanbul’un alınması amacıyla yapılan kuşatma kaldırılırken, yapılan anlaşma gereği Sirkeci’de bir Türk mahallesi kurulması şartına uygun olarak Göynük ve Taraklı’dan 760 hane Manav İstanbul’a yerleştirildi. Yani İstanbul’a yerleştirilen ilk yerli Türklerin, bu yöreden giden Manavlar olduğu kaynaklarca da doğrulanmaktadır. Özellikle Anadolu Yakası'ndaki Türklerin kökeni manavlardır.